Pazar, Aralık 16, 2012

Spiritüel Ekoloji

Her canlı varlık doğal olarak zevk peşinde koşar ve kalbin gerçek hazzı aşkın hazzıdır. Bu evrensel olarak herkeste ortak olan bir seydir. Herkes aşkın hazzını arar. Bu deneyimin kökeni ise ruhun Tanrı'ya olan sevgisidir. Tanrı’ya olan sevgimizi unuttuğmuzda bu deneyimi birçok farklı yönlerde ararız fakat asla tamamıyla tatmin olmayız. Fakat sevme eğilimimiz tüm sevginin yüce objesi, tum canlı varlıkların cezbedicisi Rabbiyle sükunet içinde olduğunda gerçek tamamlayıcı ve ebedi hazzı buluruz.
Hayatlarımızı değiştirmemiz gerekmiyor. Bilincimizi her ne yaparsak yapalım bizi Tanrı’ya adanmayla birleştirecek bir bilince dönüştürmeliyiz. Dünyadaki en büyük problem kalplerimizdeki ekolojinin kirliliğidir. Bu ekolojiyi temizlemek için kendimizi şehvet, kıskançlık, açgözlülük, kibir, yanılgı ve öfkeden özgürleştirmemiz gerekir. Bu kesinlikle gereklidir. Çünkü kendi kalbimizdeki problemi çözmezsek o zaman bu dünya içindeki problemin bir parçası olacagiz. Tüm spirituel yolların evrensel ilkesi Tanrı’nın isimlerini zikrederek, dua ederek ve yeteneklerimizi adanma ruhunda kullanarak kalbi temizlemektir.  Bu şekilde kendi kalplerimizi temizleriz ve dünyanin spiritüel ekolojisini temizleyebiliriz - Radhanath Swami

Salı, Kasım 06, 2012

Bhagavad Gita Okumanın Önemi


Her Pazar günü Govinda İstanbul’da 18.30'da Bhakti Yoga programları düzenliyoruz. Yaklaşık 1,5 senedir düzenli olarak yaptığımız bu programların en önemli bölümlerinden birisini “Bhagavad Gita As It Is” okumaları ve arkasından yaptığımız sohbet oluşturuyor. Bhagavad Gita’yı olduğu gibi okumak ve anlamak çok önemlidir. Peki neden Gita okuyoruz? Aklıma gelen küçük bir hikayeyi sizlerle paylaşmak isterim:

Yaşlı bir çiftçi torunuyla beraber dağların yamacında bir çiftlikte yaşamaktaydı. Büyükbaba her sabah çok erken kalkıyor ve mutfak masasında Bhagavad Gita okuyordu. Torunu dedesini taklit etmek istiyordu ve onun gibi olmak için elinden geleni yapıyordu.
Bir gün torunu dedesine sordu: "Dedeciğim! Ben de senin gibi Bhagavad Gita okumaya çalışıyorum ama bir türlü anlamıyorum ve anladıklarımı da kitabın kapağını kapatana kadar unutmuş oluyorum bile. Ne yapayım da okuduklarım işe yarar bir hal alsın?”

Büyükbaba sobaya kömür attıktan sonra torununa dödü ve şöyle dedi: "Bu kömür kovasını al ve nehire git ve oradan bana bir kova su getir.”

Torunu dedesinin söylediğini yaptı fakat eve ulaşmadan önce kovadaki bütün su yere dökülmüştü. Dedesi güldü ve “Bir dahaki sefere daha hızlı olmalısın” dedi ve torununu kovayla birlikte tekrar nehire gönderdi.

Bu sefer çocuk daha hızlı koştu fakat kova yine eve varmadan önce boşalmıştı. Nefes nefese dedesine bu kovayla su getirmenin imkansız olduğunu söylerek bir maşrapa aldı. Bunu gören dedesi “ben suyu maşrapada değil, kovada istiyorum. Sen sadece yeterince denemedin.” dedi. Ve troununu izlemek üzere kapının dışına çktı.

Bu noktada çocuk yaptığının imkansız bir şey olduğunu biliyordu fakat yine de dedesine ne kadar hızlı koşarsa koşsun sutyun eve varmadan döküleceğini göstermek istiyordu.

Çocuk tekrar kovayı nehre daldırdı ve hızla koşmaya başladı fakat dedesinin yanına geldiğinde kova yine boşalmıştı. Nefesi kesilerek, “Dedeciğim gördün mü? İşe yaramıyor işte!” dedi. Dedesi kovayı işaret ederek, “İşe yaramadığını mı düşünüyorsun?” dedi.

Çocuk kovanın içine baktı ve o ana kadar görmediği bir şeyin farkına vardı. Kapkara olan kovanın içi ve dışı tertemizdi.

Dedesi babacan bir eda ile, "İşte evlat, Bhagavad Gita okuduğunda olan şey bu. Sen bir şey anlamayabilir ya da hatırlamayabilirsin fakat okudukça değişeceksin. İçin ve dışın değişecek. Tıpkı o elindeki kova gibi. Krişna’nın hayatlarımızdaki rolü budur.”

Ben şahsen her gün Gita okumaya gayret ediyorum. Haftada bir kez de bunu beraber yapmak da çok keyifli oluyor. Ardından yapılan meditatif bhajanlar ise gerçekten günün cilası oluyor. Kim bilir bir gün belki siz de bizimle olursunuz. Bilmeyenler için Govinda İstanbul adresi:

Govinda İstanbul
Adres - KM Çelebi Mah. İpek Sokak No.15 Beyoğlu
Telefon - 212-2524015
E-posta info@govindaistanbul.com

Sevgilerimle,
Nrsimha Krsna das

Perşembe, Ağustos 16, 2012

Vedaların Tarihi ve Geleneksel Kaynağı



Şu şekilde sorulabilir, Vedalar nereden meydana çıktı? Kaynağı nedir? Vedaların tarihi nedir? Nasıl bölümlendirildi? Vedaların içinde neden takip etmek için farklı yollar varmış gibi gözüküyor?

Başlangıçta bu soruları cevaplamanın iki yolu vardır: Birisi, Vedaların ne zaman ortaya çıktığına ilişkin bazı modern düşünürlerin ve tarihçilerin sunmuş olduğu teorileri dikkate almaktır. İkinci yol ise, Vedik edebiyatında kendisinin sunduğu gibi geleneksel hesaplamayı dikkate almaktır.

Birçok modern tarihçinin tutunduğu iddia, İ.Ö 2000 yılında Hindistan'ı işgal eden Aryanlar'ın Hint kültürünün ve Vedik geleneklerinin kurucusu olduğudur. Aryanlar'ın Rusya’nın güney bölgesinden, bir yerden geldiklerini ve Vedik ritüelleri ve gelenekleri beraberinde getirdiklerini söylerler.

Bununla birlikte bu teori, etki ettiği kadar tutulmamıştır. Örneğin, Indus Vadisinin kültürü Aryanlar ın, İ.Ö. 3500-2500 yılları arasında istila ettiği ve geliştiği yer olarak bilinmektedir. Harappa ve Mohenjo-daro iki ana şehirdi. Harappa’da yapılan arkeolojik kazılardan, bir çok bulgu, Hinduizm sonrası birçok görüşün, daha eski zamanlarda Indus Vadisi kültürünün zaten bir parçası olduğuna işaret eden kanıtlar vermektedir. Öyle ki, meditasyonda oturan bir yoginin imgeleri, bununla birlikte Rab Şiva’ya benzer bir çok tanrı figürleri bulunmuştur. Ayrıca, Vedalarda o zaman insanlarının en yüksek spiritüel ilerlemeyi elde etmesi için bahsettiği bir yöntem olan tapınak ibadetinin günlük yaşamda büyük bir rol oynadığının kanıtları da bulunmuştur.

Indus Vadisi'nin uçsuz bucaksız bir alanı kapladığını ve o toplumun kültürel özelliklerinin uzun bir zaman hizmet vermeye devam ettiğini düşünürsek, o zaman, nasıl oluyor da bugün Indus Vadisi insanlarının ilk-Aryan dili bilinmeden, var olduğuna dair hiçbir iz bırakmadan yok oluyor? Belki, ilk-Aryan dili gerçekte hiç var olmadı. Eğer var olmadıysa, Aryanlar’ın işgal ettikleri yerlere, Vedik kültürünü beraberlerinde götürdükleri farz ediliyordu. Belki de, gerçekte hiç Aryan istilası olmadı; olmadıysa da vaziyet, en azından bazı bilginlerin düşüneceğine benziyor.

Ayrıca, bir çok düşünür ilk Vedik şarkılarının İ.Ö 1500 tarihi öncesine ait olduğunda birleşirler. Bunun anlamı da, işgalcilerin Vedik kültürünü beraberinde getirmiş olmasının gerekmemesi, en azından hepsi olmasa da en eski Vedik kitaplarının, herhangi bir işgalciden önce, zaten var olmasıdır.

Şimdi, sağduyumuzdan başka bir şey kullanmayıp, diğer bir noktayı hesaba alalım. Genellikle Lord Buddha'nın yaklaşık 2,500 yıl önce ortaya çıktığı kabul edilir ve biliyoruz ki Lord Buddha Vedalara karşı bir öğreti sunmuştur. Bu yüzden Vedalar, o tarihlerden önce varolmuştu, yoksa Lord Buddha nasıl onlara karşı yaygınlaştırma yapardı?

Gerçekte Lord Buddha'nın artık kabul etmemesinin sebebi, Vedik takipçilerinin liderlerinin bir çoğunun, Vedaları artık doğru bir şekilde takip etmemesi ve suistimal etmeleriydi. Her tarih öğrencisi, suistimal edilen bir şeyden sonra, gelişmiş bir şeyin geldiğini bilir. Böylece, kötüleşme 2,500 yıl önce en uç noktaya ulaşmış, insanlar Buddha’nın öğretilerine kucak açmışsa, sonra, net bir şekilde yozlaşma yüzlerce yıl devam etmiştir. Vedaların oldukça ileri bir felsefe biçimi olması, onların çoktan varolmuş olduğu ve binlerce yıl öncesinden oldukça yaygın olduğunu işaret eder. Bu sebepten Vedaların ne kadar eski olması gerektiğini kolayca anlayabiliriz.

Yukarıda bahsedilen noktaları hesaba katarak, bu zamanda, Vedik insanlarının göçü ve evleri veya Vedaların orijinal olarak nerede ve ne zaman ortaya çıktığı arkeolojik olarak ispatlanamayacağını söylemek daha güvenli olur. Bunun yanında, 1700 ve 1800 yıllarında Vedik edebiyatını ve kültürünü, bazı barbar, aşağı ve yeni olarak ilk tanımlayan, Hindistan’daki, İngiliz Sanskritçilerini ve eğitimcilerini unutmayalım.

Onlar, farklı Vedik kitapların yazıldığı zaman üzerinde kitapların içeriği ve yazı stillerine göre tahmini tarihleri düzenlediler. Fakat bu dikkate alınmamalı, Vedik geleneği, bir kez Vedik bilgisi bölümlendirilmiş ve farklı ciltlere yazılmış olduğunu, onların, Vedik bilgisinin o bölümün içeriğinde uzman olan, daha sonra onu, alt dallara biçimlendiren diğer kişilere aktarmaya devam eden bilgeler tarafından aktarıldığı tarif ediyor.

Nitekim, Vedaların yavaş, yavaş evrim geçirmiş olduğu gibi görünebilir eğer etkilenmiş olsalar da bir çok yazar tarafından uzun zaman periyodu boyunca değişse de, ancak gerçekte mutlak mesele bu değildir.

Ayrıca, Vedik Edebiyatının birçok yıllar boyunca palmiye yaprağının üzerine yazıldığını ve yazdıklarında, diğer kopyaları istendiğinde kopyalanmış olduklarını hatırlamalıyız. Yıllar boyunca diğer  kopyalar da tekrar, tekrar yapıldı. Yazıtların kesin geleneksel modifikasyonu kendi kaynaklarının daha güncel olduğunu düşünen bazı düşünürler tarafından yerini alacaktı. Ancak, Bhagavat Puranalar’da, Sanskrit metinler hala, artık kullanılmayan yazı biçimini içermesi, onun eski çağlara ait olduğunu doğruluyor. Her şeye rağmen, İngiliz düşünürler Puranaların yazarının insanları, onların olduğundan daha eski olduğunu düşünmeye sevk etmek için antik bir yazı kullanmış olduğunu söylediler. İngilizlerin bu teori türünü niçin öne sürdükleri, onun kadim kaynaklarını diskalifiye etme girişimleri, sadece Vedik edebiyatına karşı nasıl önyargılı olduklarını göstermektedir.

Her durumda, Vedik edebiyatını küçültmek için yapılan girişimler sadece minör etkiler yapar. Aslında, böyle metinleri değerlendirmeyle, Batı’da bir çok önemli yazarlar ve şairler, daha önceki bölümde bahsedildiği gibi, Vedik edebiyatının dünyaya mağrur bakışını görme fırsatını yakalayabilir ve gerçekten onlardan çok etkilenirler.

Böylece, Vedalar nereden geldi? Modern tarihçiler, Vedaların nasıl derlendiği ve nerede ortaya çıktığı hakkında birçok değişken teoriler sunabilir. Bizler, onların Vedik düşünce anlayışını bu fazla basitleştirme veya Vedaların değerini bile düşürme girişimlerini görebiliriz. Ancak, onlar teorilerinin hala şüpheli ve bir çok fikirlerinin detaylı kanıtlardan yoksun olduğunu kabul etmeliler. Gerçekte bir çok tarihçi bugün, tam olarak kayıtlı tarihin İ.Ö 600 yıl geri gittiğini düşünüyorlar, ve bu periyottan önceki olaylar ve hikayeler yazınlarda sadece hayal ürünü olan mitler ve efsaneler. Bu olaylara hayli dar görüşlü bir bakışın yansımasıdır. Bir çok Vedik otoriteler ve benlik idrakine varmış bilgeler geçmişte, Mahabharata ve Puranalar’da olan hikayeleri gerçeklere dayanan olarak kabul etti. Vedik öğretilerini spirirtüel mükemmellik için takip ederek, bilincin yüce mertebesine ulaştılar.
Bu sebepten, Vedaların nasıl şekillendiğinin hikayeleri anlamanın en iyi yolu, sadece Vedik edebiyatının kendisini anlatmasına izin vermektir. 

(Stephen Knapp. 1986. The Secret Teachings of the Vedas. Bölüm üç, sayfa 28-30)

Sevgilerimle, 
Nrsimha Krsna das

Cumartesi, Temmuz 28, 2012

Vedalara Göre Yaradılış



Evreni yüce bir varlık mı yarattı? Yaradılış hakkındaki ayrıntılı Vedik açıklama bir atesti bile merak içine sokabilir.
Etrafımızdaki evren düzenli ve simetrik olarak gözükmektedir. Gezegenler yörüngeleri etrafında mükemmelce dönerler. Bedenlerimiz karmaşık bir dolaşım, solunum ve sindirim sistemine sahiptir. Atomlar bile fazlasıyla yapısaldır. Bütün bunlar evrenin şansa değil de zeki bir kişi tarafından yaratıldığına işaret eder. Eğer insanoğlu evler, gökdelenler ve diğer bir çok binayı oluşturabiliyorsa, insandan daha güçlü bir kişinin tüm evreni ve içindeki her şeyi yaratmış olması olasıdır.
Fakat bu dizayn dünyamızın her köşesinde kuvvetle zeki bir yaratıcının (Tanrı) planına işaret etmesine rağmen, sadece mantık ile O’nun varlığından kesinlikle emin olamayabiliriz. Kainatın başlangıcı bizim tecrübemizin üzerindedir. Bizler evrenin yaratılışını gözlemlemedik ve bildiğimiz her şey düşündüğümüzden farklı ya da hayal bile edemeyeceğimiz bir çok şekilde meydana gelmiş olabilir. Bu sebeple mantık platformunda bir Yüce Varlık veya Yaratan olup olmadığı tartışması çıkmaz ile sonlanmalıdır.
Vedik edebiyatı sadece mantık ile Yüce Varlık’ı anlayamayacağımızı teyit eder. Bhagavad Gita evreni ve ötesindeki spiritüel dünyayı yaratan Tanrı’nın Şahsı Krişna’yı sadece O’nun merhametiyle anlayabileceğimizi bildirir. Krişna memnun kaldığında kendisini inançlı adananlarına gösterir. Mantığımız ve zihinsel jimnastiğimiz Rabbi kucaklamaya yetmese de, O her şeye yeten gücüyle inançlı adananlarındaki belirsizlik ve cehaleti ortadan kaldırır ve onlara kendisini gösterir.
Bununla birlikte, insan muhakemesinin yanılma payını teyit ederken Vedalar mantığı terk etmememizi tavsiye eder. Derin felsefik bir Tanrı anlayışımız yoksa, O’na olan inancımız düşünce ve fanatizme doğru eğilim gösterir ve kolayca ateistik tartışmaların kurbanı oluruz. Bu sebeple Vedik edebiyatı tüm mantık tartışmalarını içerir. Bunun içinde evrenin çok yüce güçleri olan bir kişinin çalışması olduğuna işaret eden dizayn tartışması da vardır. Aynı zamanda Vedik edebiyatı daha ileriye de giderek yaradılışın tüm evrelerini, evrenin boyutları ve yaşını, yaradılış amacını ve maddi elementlerin kökenini detaylarla açıklar. Bir başka deyişle Vedik edebiyatı sadece ‘Tanrı yarattı’ şeklinde beyan etmez, bizlere nasıl ve neden yarattığını da söyler.
Vedik edebiyatı Yüce Rabbin yaratıcı vazifede direk olarak yer almak zorunda olmadığını iddia eder. Bazı Tanrı’ya inanalar, O’nu yaratıcı olarak görevlerinden ötürü az bir boş zamanı olan oldukça çok çalışan yaşlı bir kişi olarak algılarken, Vedik edebiyatı O’nun sadece arzusuyla en ufak bir çabası olmadan yarattığını açıklar. Sınırsız güce ve zenginliğe sahip olduğu için, her hangi çok zengin bir kişi gibi başkalarını bu işi yapması için çalıştırabilir. Zengin bir yatırımcı bir ofis binası inşa etmek isterse, bütün işi kendisi yapmaz. Genel bir plan hazırlar veya bir sit alanı seçer. Sonrasında arzusunu yerine getirmek için avukat, mimar, mühendislerle anlaşır. Toprağı kazarak, çimentoyu dökmesi veya tuğlaları dizmesi gereken kişi yatırımcı değildir.
Yatırımcıya benzer şekilde Yüce Rab yaratma görevinden uzaktadır. O sadece yaratıcı vazifeleri yapacak kişileri yetkilendirir. Sıradan kişilere benzemeksizin Krişna kendisini tam yayılımlar olarak bilinen kendisine eşit güçte ve zenginlikte olan sayısız süretlere yayabilir. Bu yayılımların hepsi Tanrı’nın Şahsı Krişna’nın kendisidir fakat aynı zamanda biribirinden bağımsız düşünce ve hareketlere sahip şahsiyetlerdir. Brahma-samhita bu benzeşimi bir mumun aynı güç ve parlaklıkta diğer birçok mumu yakabilmesi ile açıklar. Tanrı’nın asıl Şahsiyeti olan Krişna da kendisini sayısız tam suretlere yayabilir ve yine de yüce asıl kişi, olarak kimliğini sürdürebilir.
Bir kimsenin milyonlarca televizyon ekranında aynı anda belirmesi Krişna’nın yayılım gücünü tarif eder. Aradaki farkı şöyle açıklayabiliriz.  Televizyondaki yayılımlar sadece asıl kişinin resimleridir ve bu kişi nasıl hareket eder ya da konuşursa aynısını yapar. Kendisinden farksız olmasına rağmen Krişna’nın yayılımlarının tümü istedikleri gibi hareket ederler. Onlar yalnızca resim değil, tam şahsiyetlerdir.


Zengin yatırımcı arzularını yerine getirmek için başkalarını işe alırken, Krişna evreni bu bireysel yayılımları ile kendisi yaratır. Bu transandantal olguyu daha detaylı olarak Svetashvatara Upanişad şöyle açıklar: Amaçlarımıza ulaşmak için üç özelliğe bağlı olmalıyız. Bilgi (jnana), güç (bala) ve hareket (kriya). Örneğin büyük bir bina inşa etmek için mimarlar ve mühendisler bina bilimine ait yeterli bilgiye sahip olmalı, inşaat şirketi yeteri kadar insan gücü ve makineye sahip olmalı ve herkes çeşitli vazifelerde meşgul olmalıdır. Bununla birlikte, Yüce Rab kendisi içinde tüm bilgi, güç ve hareket etmek için tüm potansiyeli barındırır ve böylelikle her ne isterse yerine getirebilir. Bu güçleri çeşitli yayılımları içersinde bulundurarak Krişna hiç bir çaba harcamadan yaratma işini yerine getirir. Yatırımcı parasıyla çalışırken, Krişna şahsi yayılımları ve enerjileri ile çalışır.
Krişna’nın kendisini yayabilme kabiliyeti kavranamaz, sıradan mantık sınırları üzerindedir. Bu kavranamaz, çünkü biz insanlar bunu yapamayız ve bir başkasını da bunu yaparken görmemişizdir. Aksi takdirde Tanrı’yı tümüyle güçlü kabul ederek O’nun yaptığı hiç bir şey kavranamaz değildir. Aslında O’nun kavranamaz özellikleri her şeye gücü yeterliliğine destek olarak hizmet eder. Bu sebeple Vedik edebiyatı Krişna’nın özelliklerini detaylarıyla açıklayarak Yüce Rabbe mantıklı bir yaklaşımla anlayışa engel olmaz, fakat bunun yerine bizim mantık çizgilerimizi daha yukarıya, transandantal platforma taşır.
Krişna’nın yaradılış için ilk yayılımı kendi transandantal bedeninden maddi elementleri oluşturarak başlayan Maha Vişnu’dur. Modern bilim adamları bir yaradan bahsine karşı çıkacaklardır. Bilim adamları maddi enerjinin ebedi olduğunu söylerler. Bu sebeple  bu konuya neden Tanrı’yı karıştırıyorsunuz derler. Fakat Vedik metinleri Maha Vişnu’nun da ebedi olduğunu ve maddi elementlerin onun ebedi enerjisi olduğunu açıklar. Tanrı ve enerjisi Güneş ve ışınları gibidir. Birisi diğerinin kaynağı olmasına rağmen eş zamanlı olarak varlardır. Hem Tanrı hem de maddi enerji ebedidir ve Tanrı maddi enerjinin kaynağıdır.
Aynı zamanda bizler Maha Vişnu’nun böylesi devasa bir maddi element yaratma eylemini tümüyle tükenmeden, kendisinin elementsel yaradılış içinde dağılmadan nasıl sergilediğini merak edebiliriz. Maddi olarak düşünürsek, belirli bir kaynaktan bir şey alırsak yavaş yavaş o kaynağı tüketiriz. Banka hesabınızdan para çektikçe hesap bakiyeniz azalır. Bir bardaktan su dökerseniz, bardak boşalır. Bir ineğin sütünü sağarsanız inek otlamadıkça ya da yemek yemedikçe sütü azalır. Tanrı tanımsal olarak her şeyin kaynağı olduğundan dışarıda onu tazeleyecek bir şey yoktur. Peki o zaman Maha Vişnu maddi elementleri kendisinden yaratınca ona ne olur?
Isopanişad’da Maha Vişnu’ya hiç bir şey olmadığı söylenir. O, sınırsız miktarda element bile meydana getirirken bile etkilenmeyen ve değişmeyendir. Bu nasıl olabilir? Çünkü yok olma ve tükenme maddenin özellikleridir. Maha Vişnu madde değil, saf ruhtur ve bu sebeple maddi özellikleri yoktur. Kendi suretinden tüm kozmik oluşumu meydana getirirken bile mükemmel ve bütün olarak kalır. Krişna kendisini Maha Vişnu suretine yayarken suretini ve kimliğini değiştirmez. Böylelikle Maha Vişnu maddi elementleri yaratırken kendi içinde bütün olarak kalır.
Şrimad Bhagavatam bize Maha Vişnu’nun maddi elementlerden bir tane değil sayısız evrenler ya da evrensel kabuklar yarattığını söyler. Bu devasa kabuklar oyuk kürelerdir. Alt kısımları su ile doludur ve üzeri ise boştur. Yine Bhagavatam’da bizim evrenimizin tüm evrenler içinde en küçüğü olduğu ve kabuğun içindeki boşluğun çapı dört milyar mil uzunluğundayken, kürenin kendisinin milyarlarca mil kalınlığında olduğu söylenir.
Maha Vişnu şahsiyetini yayar ve her bir evren içine Garbhodakasayi Vişnu olarak girer. Sonrasında Garbhodakasayi Vişnu evrendeki ilk canlı varlık olan Brahma’yı meydana getirir.
Rab Brahma ebedi bir bireysel kişi olmasına rağmen Rabbin sınırsız bir yayılımı değildir. Brahma tıpkı bizler gibi bir jiva-tattva yayılımıdır. Yani, Krişna ile nitelikte bir fakat nicelikte farklıdır. Jiva-tattva yayılımları Krişna’nın bir parçası ve bölümüdür. Coşku dolu işlevleri Krişna’ya aşk hizmeti sunmaktır. Aslında, tıpkı bir parmağın tüm bedene hizmet etmekten başka fonksiyonu olmaması gibi başka bir işlevleri yoktur. Jiva ruhları Rab Krişna’nın ebedi hizmetinden ayrıldıklarında, tıpkı bir parmağın bedenden koptuğunda değerini yitirmesi gibi ebedi coşku dolu özelliklerini kaybederler.
Maddi yaradılışa gelmeden önce jiva ruhlar maddi evrenlerin üzerinde bulunan ebedi spirtüel dünyada yaşarlar. Orada Tanrı’nın Yüce Şahsı Krişna ile olan ilişkilerinde bir hizmetkar veya arkadaş gibi hareket ederler. Krişna ile olan bu ilişkiler sadece aşk üzerine temellendiğinden jiva ruhların anlık bir bağımsızlıkları vardır. Her şeye gücü yeten Yüce Kişi’ye ast olamyı seçebilirler ya da O’nun hizmetini geri çevirerek kendileri bağımsız tanrılar olmayı arzulayabilirler. Bu hizmet etmek ya da etmemek seçimi olmadan, Tanrı sevgisinden söz edilemez. Çünkü sevgi özgür iradenin şartı olan bir harekettir. Jiva ruhların bir azınlığı bağımsızlıklarını yanlış kullanarak Krişna olmadan keyif almayı arzularlar. Jivaların bu küçük topluluğu doğal olmayan arzusunu yerine getirme isteiği sebebiyle Rab Krişna maddi dünyayı yaratır. Maddi evrenlerin kabuklarının duvarları içinde bağımsızca düşünen jivalar milyonlarca tür içinden bir beden ile ödüllendirilirler ve Krişna ile birlikte olan coşku ve bilgi dolu ebedi yaşamlarını unuturlar. Bhagavad Gita’ya göre bir jiva ruh her canlı varlığın içinde tıpkı bir otomobil içindeki şöfor gibi oturmaktadır. Şöfor bütün hareketleri yönetse de arabadan farklıdır. Benzer olarak jiva ruh, inatla maddi elementlerden meydana gelmiş bir bedenin keyfini çıkarmayı denese de ondan ayrıdır. Mikroptan insana kadar her bir beden türü jivaya belirli bir duyu tatmini sağlar. Her bedende tanrısızlık özlemini tatmin edecek farklı bir araç olur.
Sayısız her bir evren içinde Garbhodakasayi Vişnu kendisini daha sonra evrenlerdeki canlı varlıkların kalbinin içine yayacak olan Kshirodakashayi Vişnu olarak yayar. Krişna’nın bu yayılımına Paramatma veya Süper Ruh denir. Paramatma her bir jiva ruha maddi zevk arayışında eşlik eder. Rab Krişna Gita’da, kendisinin Süper Ruh olarak onlara hafıza, bilgi ve unutkanlık vererek arayışlarını yönlendirdiğini söyler. Ölüm anında jiva ruh o anki bedeninden ayrılarak 8,400,000 tür içindeki bir sonraki doğumuna hazırlanır. Bütün bunlar kalpteki Rab tarafından organize edilir. İnsan bedeni fedakarlık, benlik idraki ve Krişna bilincini yeniden canlandırmak için uygundur. Fakat, insan bir hayvan gibi hareket eder ve arzularsa bir sonraki yaşamında bir havanın bedeninde keyif almasına izin verilir.
Süper Ruh maddi bir beden içinde bulunmasına karşın madde ile ilgili hiç bir şeyden keyif almayı arzulamaz. Krişna ve yayılımları maddi enerjiyi kontrol ederken, jiva Krişna’yı unutmayı arzuladığı sürece maddi enerji tarafından kontrol edilir. Upanişadlarda, jiva ruh ve Süper Ruh aynı ağaçta duran iki kuş ile benzeştirilir. Bir kuş (jiva) ağaçtaki meyvelerin, maddi zevklerin tadını çıkarmaya çalışırken kendisini sabırla izleyen diğer kuşu (Süper Ruh) unutur. Süper Ruh maddi arzu ile etkilenmeden jivanın hareketlerini gözlemler ve onu yönlendirir. Sadece jiva ruhlar maddi beden olduklarını sanarak maddeden zevk almaya çalışırlar.
Bu dünya saf ve hilesiz bir eğlence yeri değildir. Eminim bunu hepimiz tecrübe etmişizdir. Aslında, bazen Tanrı’nın var olup olmadığı bile tartışılıyor. Yaradılış hastalık, yaşlılık, ölüm ve bir sürü diğer sefilliklerle doludur. Krişna maddi dünyayı sadece bizlerin bağımsızca duyu tatmini yaşaması için yaratmamıştır. Aynı zamanda bize kendi hizmeti dışındaki eğlencenin yanıltıcı olduğunu hatırlatır. Bir adam arkadaşlarını, ailesini, akrabalarını ve kendisini unutarak delirdiğinde bu çılgınlık durumundaki yaşayacağı tüm zevk değersizdir. Aynı şekide jiva ruhlar da en sevgili arkadaşları Krişna ile olan ilişkilerini unutmuşlardır. Bu ilişkiyi tekrar kurmadan zenginlik, ün, güzellik, eğitim ve diğer geçici maddi avantajları sağlasalar bile mutluluk ile ilgili çok küçük bir parçanın farkına varabileceklerdir. Maddi arzular jivaya maddi yaradılışın kendisine yabancı olduğunu hatırlatması için dizayn edilmiştir. Böylece Tanrı’nın bizim iyiliğimiz için olan endişesi açığa çıkar. Kendine gelen ve Krişna bilincini uygulamaya başlayan jiva çabucak sipritüel dünyaya geri döner.
Her bir evrendeki ilk jiva ruh olan Rab Brahma, tüm gezegenleri ve gezegen sistemlerini inşa etmekten sorumludur. Aynı zamanda içinde su canlıları, böcekler, bitkiler, kuşlar, hayvanlar ve insanların bulunduğu 8,400,000 yaşam türünü yaratmaktan da sorumludur. Garbhodakashayi Vişnu’dan güç ve ilham alan Brahma maddi elementleri kullanarak var oluşu bir araya getirir. Brahma evrenin yarısını dolduran okyanus sularının hemen üzerinden başlayarak kendi gezegeninin en üzeri noktası olan evrensel kubbeye kadar on dört gezegen sistemini üst üste sıralanacak şekilde inşa eder. Dünya gezegeni bu on dört gezegn sistemi içinde yedinci sırada yer alır.
Brahma kendi elementlerini yaratmaz. Elementleri değiştirirken bile Rab Vişnu’nun rehberliğine bağlı olarak hareket eder. Brahma her bir beden içinde hareket eden yaşamları yaratmaz çünkü yaşam maddi elementlerin kombinasyonunun bir sonucu değildir. Brahma sadece bedensel araçların yaradılışına yardımcı olurken ebedi jiva ruhlar Yüce Rab tarafından sağlanır.
Brahma’nın bu kısa yaratlış tanımlaması ile popüler bilimsel tanımlamalar arasındaki bir sürü fark arasında özellikle iki tanesi çok önemlidir. Birincisi Vedik edebiyatı her bir evrendeki orjinal yaratığı çok zeki hatta en büyük modern bilim adamlarından bile daha zeki olarak tanımlar. Brahma’nın zekası ve ortaya çıkan yaratıcı başarıları sadece Rab Vişnu’nun kendisi tarafından aşılır. Diğer tarfaftan modern bilim adamları evrendeki orjinal yaratığın bir mikrop olduğunu ve modern insanın atalarının maymunlar olduğunu iddia ederler.
Diğer bir çelişki ise Vedik edebiyatı tüm canlıların yaradılışın başında hemen hemen eş zamanlı olarak meydana geldiğini iddia etmesidir. Popüler evrim teorisi tüm türlerin yavaş yavaş evrimleştiğini iddia eder. Evrimcilere göre su canlıları kara hayvanlarına evrimleşmiş ve kara hayvanları da kısa bir süre önce insanlara evrimleşmiştir. Darwin’in bu teorisinin üstünden bir yüz yıldan fazla süre geçmesine ragmen evrimciler hala buna ait bir fosil ortaya çıkaramamışlardır. Sıkı Darwinciler için bu kanıt eksiklği sadece teorilerini yamamak için bir itici güç olmuştur. Fakat Krişna’nın sıkı bir takipçisi için Vedik yaradılış versiyonu bir teyittir.
Bu bağlamda evrenin yaşı ile ilgili Vedik hesaplamalarda ilginç bir hal alır. Vedik edebiyatı Brahma’nın Maha Vişnu’nun bir nefes süresince yaşadığını belirtir. Maha Vişnu nefes verdiğinde maddi elementler ve evrenler ondan meydana gelirken, nefes aldığında ise tüm evrenler yok olur ve tekrar onun bedeninde birleşir. Bu sebeple evrenler ve onların ilgili Brahmaları Maha Vişnu’nun her nefesinde yaratılır ve yok olur. Tüm döngü, Maha Vişnu’nun bir nefesi ya da Brahma’nın bir yaşam süresi 310 trilyon güneş yılıdır. Şrimad Bhagavatam’a göre günümüzde Brahma’nın yaşamının yarısı geçmiştir. Yani, bu evren bütün türleriyle beraber 155 trilyon yıldır mevcuttur.
Yaradılışın Vedik versiyonu ile diğer versiyonlar arasında hem teistik hem de atesitik bakımdan bir çok çelişki vardır. Bhagavatam ve diğer Vedik metinleri zamanın evren ve Yüce Rab ile ilişkisi, her bir maddi elementin gelişimi ve rolü, yer çekiminin orijini ve yaradılış hakkında bir çok diğer detayı analiz eder. Vedalar her adımda yaratıcı yöntem anlayışı hakkında sıra dışı bir anlayış ortaya çıkarır.
Bir çok insan Vedik açıklamaların bilimsel olarak ispatlanabilip, ispatlanamayacağını tartışacaktır. Fakat hiç birisi bilimsel olarak ispatlanamaz değildir. Maha Vişnu’nun devasa suretini nasıl ispatlar ya da ispatlayamazsınız ki?
En azından neden Vedik metinleri bir kanıt olarak düşünmeyelim? En eski, en çok bilgi içeren ve içeriği en zengin bilgileri içeriyor. Sadece yaratılış hakkında bilgi vermiyor aynı zamanda insanlığın ihtiyacı olan tüm konularda; ilaç ekonomi, vs vs bilgi veriyor. Sadece kapsamlı doğasıyla bile Vedik edebiyatı her alanda araştırmacı tarafından ciddi çalışmaları hak ediyor..
Krişna’nın adananları Vedik demeçleri kanıt, “aksiyomatik gerçek” olarak kabul ederler. Çünkü, Vedaların yazarı Kirşna’dır. Bhagavad Gita’da Krişna der ki: “Vedaların tümüyle birlikte, Ben bilinirim. Kesinlikle, ben Vedanta’nın derleyicisiyim ve Vedaları bilenim.” En azından adananlar için Mutlak Hakikat tarafından söylenen sözler mükemmel kanıtlardır.

Sevgiyle kalın…
Nrsimha Krsna das